Kalbinin attığı kişiyi değil, onun oy verdiği partiyi, beğendiği paylaşımları, takip ettiği haber sayfasını analiz ediyoruz. Çok da haksız değiliz tabii de aşk bile timeline’da sorguya çekiliyor artık. Tam bir story attın, üzgünsün, kalbin kırık. Altında şu yorumlar geliyor:
“Ülke bu haldeyken sen hâlâ aşk acısı mı çekiyorsun?”
“Siz ayrıcalıklı çevrenizle duygularınızı yaşayabiliyorsunuz.”
Ya kalbim kırılmış, sevgilimden ayrılmışım ben sadece ağlamak istiyorum? Bu kadar politik anlam yüklemeye gerek var mıydı? Tabii siz, toplum tarafından size emanet edilen vatandaşlara her bakımdan yetersiz gördüğünüz iktidarın yasaları kafasına göre uygulamasına şiddetle karşısınız ama birini sevmeye, sevilmeye, aşka layık bulmanıza gelince kalbimizi bile ancak siz onay verirseniz kullanabiliyoruz artık. Oysa aynı şeylere karşıydık daha geçen gün? Baskıya, zulmetmeye, zorbalığa…
Üzgünsen “Demek ki hayatında başka derdin yok.” Âşık olduysan: “Demek ki ülkenin gerçeklerinden kopuksun.” Hayır kardeşim, bunca politik gerçek ve kaos içinde kendi duygularımı da arada yaşamaya çalışıyorum izin verirsen. Aşk gelir, siyaset tanımaz. Acı gelir, parti sormaz. Oldu olacak kalbimize de kayyum atayın bitsin bu çokseslilik.
İlişkinin içinde bile politika var.
Adam seni ghostladıysa ‘Bu zaten sistemin erkeklik krizi,’ diyoruz.
Kadın seni beğenmediyse ‘Modern feminizm yüzünden sevgi kalmadı,’ diye rol kesiyoruz.
Belki de sadece iki insan anlaşamamıştır? Belki kalp, politika değil de kişisel tercihler yüzünden kırılır?
Ama hayır. Şu anda birini seviyorsan, açıklaman lazım toplum önünde. Çünkü artık sadece hissetmek yetmiyor, aşkın bile meşruiyetini tartışıyoruz. “Senin gibi biri onun gibi birini nasıl sevebilir?” Aşkın sınıfsal, kültürel, ekonomik ve ideolojik tabakaları olduğunu yeni fark ettik sanki. Sanki kalp bir organ değil de anayasa maddesiymiş gibi.
Hayır, politik bilinç kötü değil. Olmalı. Olmak zorunda. Ama aşk yaşarken de birilerinin “gündeme saygı” parantezi açmasına gerek var mı gerçekten? Üstelik aynı gündemi hepimiz farklı pencerelerden izliyoruz. Sanki birine sarılmak, başka birinin acısını unutturacakmış gibi davranıyoruz. Oysa sarılmak, tam da o acıyla baş etmek için bazen tek yol değil mi?